Orhan Yıldırım


Muskacı Möhyet

Mahalleden çocukluk arkadaşlarımla her gün rakı içiyorduk. Nihat’ın kahvesinden aşırdığımız ince kenarlı küçük bardaklar ile kimi zaman Gâvur Necdet’in dükkânının deposunda çilingir sofrasını kuruyorduk.


Mahalleden çocukluk arkadaşlarımla her gün rakı içiyorduk. Nihat’ın kahvesinden aşırdığımız ince kenarlı küçük bardaklar ile kimi zaman Gâvur Necdet’in dükkânının deposunda çilingir sofrasını kuruyorduk. Gâvur Necdet, Kaportacı Hilmi, Poççik İrfan ve ben haftanın her günü çakır keyif oluyorduk. Bira ya da şarap ağzımıza vurmuyorduk. Rakı haricindeki içki delikanlılığın raconuna tersti. Rakı sofrasına şarkılarıyla Esengül, Ferdi Tayfur, Müslüm Gürses ya da Orhan Gencebay eşlik ederdi. 

Yaz akşamları Erzurum Kalesi’nin doğu ya da kuzey surlarının dibinde açık havada yeşil erik veya kavrulmuş leblebi eşliğinde rakımızı içerdik. Tarihi kalenin çevresinde cami çoktu. Narmanlı, Şafiler, Kurşunlu, Caferiye, Sığırcık camilerinden akşam ya da yatsı ezanın okunmasıyla rakı içmeye ara verirdik. En gevezemiz Poççik İrfan ezan bitene kadar sessizleşir, gözleri dolardı. Gâvur Necdet, Allah’a inanır, namazdan ve oruçtan uzak dururdu. Cenaze namazlarına da katılmazdı. Kaportacı Tahir’in babası ve annesi hacıydı o da ezan okundu mu? Kadehi elinden bırakıp uzaklara dalardı. Ben ise ezan bitene kadar bu illetten kurtulmak için içimden dua ederdim. Ezanın tamamlanmasıyla yeniden konuşmaya, gülmeye ve kadehleri ardı sıra tokuşturup içmeye devam ederdik. Sarhoş olmadan yerimizden kalkar çakır keyif yürüyerek yakındaki Sülük Reco’nun küçük marangozhanesine gider orada sohbetimize devam ederdik. 

Gölbaşı’nda küçük bir büfe işletiyordum. Tezgâh altından içki sattığım da oluyordu. Bekârdım, hovardaydım. Erzurum’da hovardaya kimse kız vermiyordu. Bir gün şehir merkezindeki bir barda çalışan Okşan'a aşık oldum. Genç, güzel, çekici ve cilveliydi. Okşan gerçek mi? yoksa kod adımıydı bilmiyorum. Okşan, isminin hakkını fazlasıyla hak ediyordu. Okşan’ın da bana ilgi duymasını istiyordum. Okşan’ı seviyor, düşünüyordum. Poççik’i, Gâvur’u ve Kaportacı’yı unutmuştum artık. Okşan’ı herkesten özellikle Gâvur Necdet’ten kıskanıyordum. Necdet, Kadir İnanır gibi yakışıklı, boylu posluydu. Ben ise göbekli, kısa boylu, kollarım ise bir maymununki kadar uzundu. Ama aşık olmuştum Okşan’a. Onun da bana aşık olması için nelerden vazgeçmezdim. Güneş batmadan büfeyi kapatıp Mumcu Caddesi’ndeki barda nefes alıyordum. Okşan’ı görmeden huzur bulamıyordum. Ah bir kere beni sevdiğini, benden hoşlandığını belirten bir söz ve davranışta bulunsaydı keşke… 

Barda yine bir akşam oturmuş Okşan’ın servis ettiği rakımı yudumluyordum ki masamın üzerinde unutulmuş olan bir gazetenin üçüncü sayfasındaki haber dikkatimi çekti. İstanbul’da sosyeteden birisi sevgilisini muska ile kendisine bağlamış. Rakımı içip kasaya hesabı ödeyip, Okşan’ın gözlerine son kez baktıktan sonra dışarı çıktım. 

Ertesi gün Gâvur Necdet’ten tanıdığı muskacı, büyücünün olup olmadığını sordum. Gâvur Necdet, Poççik İrfan’ın dayısının Dadaşkent’te muska ve büyü işleriyle uğraştığını belirterek, “Oğlum, Poççik’in dayısı Erzurum’un ünlü büyücülerinden. Adam, büyücülükte marka. Türkiye’nin çeşitli yerlerinden büyü yaptırmak için özellikle kadınlar Poççik’in dayısına geliyor. İsmini şimdi unuttum ama yaptığı büyü ve muskalar ile deriyi yürüttüğünü görenler olmuş. Fala da bakıyormuş. Ha tamam aklıma geldi ismi. Hacı Möhyet. Bu Hacı Möhyet’in baktığı fallar üç vakte kadar çıkıyormuş.” dedi. 

Gâvur Necdet’e bir şey demeden Poççik İrfan’ın Kongre Caddesi’ndeki dükkânına gittim. Poççik, yazıhanesinde televizyondan gündüz kuşağı haberlerini izliyordu. Haberlere dalmış olan Poççik beni karşısında görünce, “Vay, vay, vaay… Beyimiz lütfetmiş de mekânımıza şeref vermiş. Lan oğlum kaç zamandır neredesin? Yine ne fırıldak çeviriyorsun. Bizi sohbetinden mahrum ettin. Sensiz rakının tadı kalmadı. Bu akşam rakı ve meze benden. Arabayla bu sefer dağın dibinde içmeye gideceğiz. İtiraz istemem.” 

Poççik İrfan’a oturmasını işaret ederek, “Hele bir otur. Gideriz. Kaçmıyoruz ya. Sana bir işim düştü. Bu işi ancak sen çözebilirsin.” Poççik oturduğu yerden gözlerimin içine merakla bakarken, “Senin dayın muskacıymış Gâvur Necdet söyledi.” dedim. 

Poççik dayısının muskacı olduğuyla gurur duyarak, “Dayım gibisi yoktur. Deriyi yürütüyor, sevenleri kavuşturuyor. Bir şeyin kayboldu mu git ona önündeki suya baksın sana nerede, kimde olduğunu anında söylesin. Dayımın cinleri çok ve güçlüdür.” 

“Oğlum bana dayın lazım. Bir kız sevdim. Kız benden hoşlanmıyor, beni sevmesini, bana aşık olmasını istiyorum. Bunu yapacak olan da senin dayın. Haydi kapat dükkânı dayına gidiyoruz. İtiraz istemem. Oradan da çıkıp ekibi toplayıp birlikte kafaları çekmeye gideriz,” 

Poççik İrfan’ın, Doğan’a atladığımız gibi Dadaşkent’teki Hacı Möhyet’in oturduğu apartmanın önüne gittik. Poççik İrfan, dayısının ikinci kattaki evine benden önce girdi. Ardından da ben dayısının odasına girdim. Odada başı örtülü iki kadın vardı. Bunlardan birisi kumar illetine yakalanan kocasının kumardan kurtulması; diğeri ise metresi bulunan kocasının evine, yuvasına bağlanması için Hacı Möhyet’e muska yaptırıyordu.  

Kadınların muskasını yazıp parasını aldıktan sonra Hacı Möhyet yeğenini karşısında görünce gümüş üzerine oltu taşı işlemeli yüzüğü bulunan sağ elini öpmesi için Poççik’e uzattı. Dayısının elini öpüp başının üzerine koymasının ardından ben de usul olduğu üzere Möhyet’in aynı şekilde elini öptüm. Odanın ortasında kalın ve geniş minderin üzerinde oturmuş önündeki rahlenin üzerinde İbni Vahşiyye, Cafer Es Sadık, Ahmet b. Hilal yazılı çokça Arapça, Türkçe yazılı kitap ve Kur’an bulunan Möhyet’in, yanında hamam tasının içerisindeki su duruyordu. İrfan’ın geliş nedenimizi anlatmasının ardından Muskacı Möhyet sağ eliyle kısa sakalını sıvazladıktan sonra yanındaki suyu rahlenin üzerine kaldırıp bıraktı. Anlamadığım bir dilde bir şeyler mırıldanıp suyun içine üfledikten sonra Muskacı, “Oğlum bu kızın çok seveni var. Kızla aranızda Palandöken dağından daha büyük engeller var. Kız uzun boylu, esmer, yıldız bakışlı birisiyle çıkıyor. Cinlerim onu tanıyor. Bu kızı sana aşık edeceğim.”  Gözlerini kapayıp derin bir nefes aldıktan sonra tekrar suyun yüzüne hafifçe üfleyen Hacı Möhyet, “Cinlerimi kıza gönderdim. Sana aşık olacak, senden başkasını çakır gözleri görmeyecek.” diye konuştu. 

Sürme çekili yeşil gözlerini gözlerimin içine çeviren Muskacı’ya teşekkür edip, minderinin altına iki yüz lira bırakıp odadan çıktık. “Okşan’ın aşkına canım feda olsun” duygusuyla evden ayrılıp, güzergâhımızdaki en yakın tekel bayiinden rakı ve çerezimizi aldık. 

Umutluydum, Okşan’ın gözü benden başkasını görmeyecekti. Bizim tayfayla Palandöken’in eteğinde çakır keyif olana kadar içtikten sonra eve gittim. Uyumuşum muyum, yoksa sızmış mıyım bilmiyorum. Uyandığımda her zamanki gibi baş ağrısı çekiyordum. Mutfağa gidip kahve yaptım, güzelce giyinip büfenin yolunu tuttuğumda vakit öğleye yaklaşıyordu. İçimde tatlı bir sevinç, umut vardı. Büyüye inanıyordum. Möhyet’in cinleri Okşan’ı bana nasıl aşık edecekti, merak ediyordum. 

Akşama doğru saçlarımı Kuaför Kemal’e tarattım, hafif parfüm dökündüm. Yürüyerek bir yandan da Esengül’den, “Taht kurmuşsun kalbime en güzel yerindesin…” şarkısını keyifle mırıldanıyordum. 

Bardan içeri girdim, Okşan her zaman ki gibi masalara içki servisi yapıyordu. Büyünün etkisiyle gelip beni sevdiğini söylemesini bekledim. Yüzüme bakmadı. Yokmuşum gibi davrandı. “Keşke büyünün ne zaman etkisini göstereceğini Möhyet’e sorsaydım. Hiç aklıma gelmedi. Biraz sabır“ diye içimden geçirdim. 

Aradan koskoca bir ay geçti. Okşan’ın kara sevdasıyla  tutuşuyordum. Okşan da bana yaklaşacağına iyice uzaklaştı. Önceden az da olsa yüzüme bakan Okşan, “Al zıkkım iç” der gibi rakımı masama hışımla servis etmeye başladı. Rakımı içip, Okşan’a üzerimde taşıdığım ruhsatsız tabancamı gösterip hava attıktan sonra Hacı Möhyet’in evine gittim. Dış kapının önünde kadın ayakkabıları vardı. Kapı zilinin çalmasıyla başı örtülü genç bir kadın kapıyı açtı. Ayakkabılarımı çıkarmadan Möhyet’in oturduğu odaya hızla daldım. Muskacı Möhyet mindere oturmuş karşısındaki yaşlı üç kadına muska yazıyordu. Belimden tabancayı çıkartıp muska yaptırmakta olan kadınlara hitaben, “Çabuk burayı terk edin. Bu şarlatanın sizi sömürüp kandırmasına izin vermeyin. Sizin de Allah belanızı versin çabuk burayı terk edin.” Kadınlar korku ve panik içerisinde odayı terk etti. 

Muskacı Möhyet’in dili tutulmuştu. Rahlenin yanı başında şaşkınlık ve korku içerisinde elimdeki tabancaya bakıyordu. Gözümü kan bürümüştü. Muskacı’yı gebertip ardından da Okşan’ın karşılıksız aşkı uğruna oracıkta kafama sıkacaktım. Muskacı, üzerinden korkuyu atarak, “Oğlum sakin ol. Elindeki o tabancayı bırak Allah korusun şeytan, meydan doldurur içini. Bir ayağı gorda olan benim gibi yaşlı birisinin kanıyla elini kirletme.” 

Tabancanın namlusunu Möhyet’in ağzına sokup “Ulan dürzü ne biçim büyü yaptın. Bana aşık edeceğin kız, yaptığın muskanın ardından benden uzaklaştı. Yüzüme bakmaz, kelam etmez oldu. Şimdi sıkıp beynini dağıtayım mı pis şarlatan.” 

Hacı Möhyet’in rengi beyazlaştı, namlu ağzında olduğu için bir şeyler söylemeye çalışıyor ama protez dişleri namlunun hareketiyle köpüklü ağzından fırlıyordu. Gebertecektim şarlatanı. Bu sırada namluyu ağzından çıkartıp, kafasına dayadım. 

Möhyet, derin bir nefes alıp gözyaşları içerisinde sesi titreyerek “Dadaş, canımı bağışla. Yaptığım büyüler tutsaydı kendime yaptığım tutardı. Ben de bir zamanlar bir kız sevdim onu kendime bağlamak için büyü yaptım ama tutmadı. Canımı bağışla, görüyorsun ya ben de çaresizim. Ben de sevdiğimi alamadım.” deyince öfkem biraz yatıştı. 

“Allah belanı versin. Vermiş de zaten.” deyip namluyu Möhyet’in kafasından çekip belime soktum. Minderin altındaki kağıt paraları cebime koyup, gümüş hamamtası içerisindeki okunup, üflenmiş suyu muskacının başından aşağı döküp dışarı çıktım.

              

                                                          SON