Orhan Yıldırım


Çorap satan yaşlı kadın

Evde şifonyerde çokça çorabım vardı. Çoraba ihtiyacım yoktu.


Güneş batmak üzereydi. Kara çarşaflı, yüzü peçeli kısa boylu, zayıfça birisi elinde poşetle iş
yerinin kapısından girdi. Tuttuğu erkek çoraplarından ikisini sağ elinde göstererek, “Çorap alın. Bana
destek olun...” bir şeyler daha söyledi. Sesi boşlukta kayboldu.
Evde şifonyerde çokça çorabım vardı. Çoraba ihtiyacım yoktu.
Sesi zayıf çıkıyordu. Çocuk, hasta ya da yaşlı olabilirdi. Merak ettim. “Kaç yaşındasın” dedim.
Küçük bir düşünmenin ardından “Yetmiş bir” dedi. “Yetmiş bir yaşında mısın?” karşılığını verdim.
“Anan kurban olsun, evet yetmiş bir yaşındayım” diyerek sözlerini teyit etti.
Şaşırmıştım. Dışarıda mevsimin ilk karı serptiriyordu. Ayaklarında ince tabanlı, yazlık eski
ayakkabı ile yaşlı kadın poşetle çorap satıyordu. Bunun oğlu, kızı veya eşi yok muydu?”
“Eze senin eşin veya çocuğun yok mu?” diye sordum.
Oturup dinlenmesi için ricada bulundum. Çekinerek kapı girişindeki masanın yanı başındaki
sandalyeye oturdu. “Yorgunsundur, çay içer misin?” diye sordum. “Aklıma getirmeyecektin çaya
dayanamam.” dedi. İçerden çay söyledim. Utanarak peçesini kaldırdı. Tahmin ettiğimden zayıf bir
sima karşımdaydı. Bir süre sessiz kalıp işyerinin camekânından dışarıyı izledim. Hızlı adımlarla
yürüyenler, üşüyen ellerini ısıtmak için pantolon ya da mont cebine sokanlar geçiyordu kara
yakalanan kuş sürüleri gibi.
Tezgâhtar çocuk su bardağında çay getirdi. Masaya koymasını işaret ettim. Çorap satan kadın üşümüş
elleriyle çayını masanın üzerinden alıp peçesini yüzüne çekti. Karşımda çay içmekten utandığı için mi
yoksa çaysızlığın verdiği hararetle çayı yudumladığını görmemi istemediği için mi peçesini yüzüne
çekti. Başını camekâna çevirip peçenin altından çayını yudumladı.
Çayını bitirip boş bardağı peçesinin altından masaya bıraktı. Çayın getirdiği dostluk kanını ısıtmış
olacak ki bütün sıcaklığıyla gözlerimin içine baktı.
İsmini ve Erzurum’un neresinden olduğunu sormadım. Çorap satan kadını dinlerken, üzüntümü içime
atıyordum…
“Anan kurban olsun, sen de benim bir oğlum sayılırsın” diyerek başladı hikâyesini anlatmaya. “ Yetmiş
bir yaşındayım. 16 yaşında Gez mahallesinden ova köyüne gelin gittim. O vakit Çaykara Caddesi’nin
bugünkü yerinden dere geçmekteydi. İşte o derenin kenarındaydı evimiz. Babam esnaftı. Babam
köydeki amcasının oğluna beni verdi. Benimki inşaat ustasıydı. İstanbul’da çalıştığı inşaatın beşinci
katından düşerek öldü. Dört sabi ile ortada kaldım. Akraba ve komşuların yardımı ile gündelik işlere
giderek bu yaşıma kadar geldim.” Sustu. Siyah eldiven geçirdiği o minicik elleriyle gözünden akan
yaşları sildi. Sandalyenin üzerinden ileri geri sallanıp durduktan sonra konuşmasını bıraktığı yerden
devam ettirdi.
“Üç kızım, bir oğlum var. Eniştelerimden biri İstanbul’da polis, biri pankada güvenlik görevlisi, diğeri
de tapu da memur. Oğlum öğretmen. Boyu devrilsin, hayırsız çıktı. Evlendi. Elkızının koynuna girince
anasını unuttu. Gitti Bursa’ya yerleşti. Bayramlarda telefonla arayıp yarım ağız hatırımı soruyor. Allah

seni inandırsın bir gün olsun ‘Ana gel sana bakayım demedi.’ İşte sana oğul. Kızlarımın da oğlumdan
geri kalır yanları yok değil.”
“Üzüntüden cebimden sigara çıkardım. Çorapçı kadına içmesi için uzattım. ‘Teşekkür ederek’ sigara
kullanmadığını belirtti. İzin istemeden sigaramı yakıp derin bir nefes çekip camekâna doğru üfledim.
“Anasına sahip çıkmayan evlada lanet olsun.” diyerek içimden okkalı küfürler savurdum. Bu arada
tezgâhtar içine karanfil atılmış taze demlenmiş bir bardak limonlu çay daha getirdi. Yaşlı kadın
yuvasına kaçmış, sabah pusu rengi gözlerini masanın üzerindeki çaya sabitledi. Sağ eliyle bardağı
kavrayıp konuşmasını sürdürdü “Anan kurban olsun, üç paket sana yağı ve bir kutu çayla ramazanı
geçirdim. Dört çocukla yokluk, yoksulluk nedir bilir misin? Ben yokluğun ne yaman bir zalim olduğunu
yaşayarak öğrendim. Rahmetli inşaatlarda çalışırken kıt kanaat geçiniyorduk. Gençliğimde yerli,
zengin ailelerin evlerine gündeliğe gidiyordum. Şimdi kimse çağırmıyor. Yaşlıyım diye beni
çalıştırmaktan utanıyorlar. Ama ben çalışmaktan utanmıyorum.” Soğumuş çayını alıp yine başını
camekâna çevirip yüzünü peçeyle kapattı. Çayını içtikten sonra tuttuğu boş bardağı göstererek, “Anan
kurban olsun, bu gâvura hiç dayanamıyorum.” Derin nefes alıp yavaşça geri verdi. Mavi poşetin
içindeki çorapları sağ eliyle yokladıktan sonra “Eniştelerimden ikisi kızlarımı alıp Erzurum’dan ayrıldı.
özel güvenlikçi olan eniştem içki, kumar aleminde. Kızımın üzerine cep telefonu aldı 3 bin liraya. Evine
ekmek götürmüyor. Allah seni inandırsın, buradan evime gitmek nasip olmasın, boyu devrilesi kızımı
her gün dövüyor. Kızım da bir mağazada temizlikçi olarak çalışmaya başladı. Sigortasız günlük 50
liraya çalışıyor.”, “Kızın ve torunların için mi bu soğukta, karda çalışıyorsun. Hasta olursun kimse
bakmaz, ortada kalırsın” dedim.
Tevekkül ile “Anan kurban olsun, alnımıza ne yazılmışsa o olacak. Çekeceğimizi ve göreceğimizi
yaşayacağız. Bu çorapları satarak evime ekmek alıyorum, kızıma da destek oluyorum.” Bu sırada
başka bir müşteri içeri girdi. Onunla ilgilenmesi için tezgâhtara yönlendirdim. Çorap satıcısı kadın,
peçesini düzelterek, “İşte böyle Anan kurban olsun, Allah canımı alsın diye dua ediyorum. Allah
canımı almıyor. Yetmiş bir yaşında bu soğukta iki çorap satmak için sabahtan akşama kadar sokak ve
caddelerde kalik olmuş dolaşıyorum. Ya Allah…” diyerek oturduğu yerden kalkıp doğruldu. Bir adım
yaklaşıp siyah eldiven içerisindeki elini elimin üzerine koyarak, “Anan kurban olsun bana müsaade.
Hava kararmadan birkaç çift çorap daha satıp evime gideyim Allah razı olsun. Allah seni iyilerle
karşılaştırsın. Ölmüşlerine rahmet olsun.” İşyerime gelen bu kadın kadın dua kapım olmuştu.
Annem yakın bir zamanda ölmüştü. Yaşlı kadını dinlerken annemin hayali gözlerimin önünde
canlandı. Annem kadar kendime yakın bulduğum çorap satıcısına düşünmeden, “Ana, seni çok
sevdim. Benim anam olur musun?” dedim.
“Şaşırdı. Sustu. Suskunluğunu korudu.” Kendisine şaka yaptığını düşünerek, “Anan kurban olsun. Sen
oğlumun yaşındasın. Tabi ki ‘ana’ diyebilirsin.” Karşılığını verince, “Ana. Seni anam gibi sevdim. Anamı
5 yıl önce kaybettim. Benim evde bir babam var. Benden ve 3 evli ablamdan başka kimsesi yok.
Kayakyolu’nda kendi evinde tek başına yaşıyor. Babam postaneden memur emeklisi. O da yalnız.
Babama yol arkadaşı, can arkadaşı lazım. Bir düşün, çocuklarınla istişare et. Gel seni babamla baş göz
yapalım. Sen de babam da ahir ömrünüzde yalnızlıktan kurtulun. Ömrünüzün kalan kısmını huzur ve
mutluluk içinde geçirin.”
Yaşlı kadın çaresizlik içinde yıkılmış gibi biraz önce ayrılmak üzere kalktığı sandalyeye çöker gibi
oturarak, “Anan kurban olsun. Bu yaşta evlenirsem bana ne derler. Oğlum, kızlarım, damatlarım,
herkes yüzüme tükürür. Genç olsam evlenirdim. Bak bir ayağım mezarda.”
“İyi ya ana” dedim. “Allah uzun ömür versin. Ömrünün kalan kısmını sende huzur içerisinde yaşarsın.”

Çorap satan kadın “Anan kurban olsun ben artık müsaade isteyeyim. Bizim caminin hocasına bir
danışayım. ‘He’ derse, gelir sana kararımı bildiririm.” deyip akşamın karanlığında mavi poşet elinde
işyerinden çıkıp kalabalığa karışarak, gözden kayboldu.(10.12.2020)
SON