Ömer KOZ


Osmanlı’dan Hikâyeler

“Daha Büyük Keramet mi Olur?”


Azîz Mahmûd Hüdâyî bir gün, Sultan Ahmed Han’la sarayda sohbet ediyordu. Bir ara abdest tâzelemek istedi. İbrik ve leğen getirdiler. Pâdişâh, hocasına hürmeten ibriği eline aldı ve abdest suyunu döktü. Sultan Ahmed Hanın annesi de kafes arkasında havluyu hazırlamıştı.

 

Vâlide Sultan kalbinden, “Azîz Mahmûd Hüdâyî’nin bir kerâmetini görseydim.” Diye geçirmişti.

 

Bunun üzerine Mahmûd Hüdâyî, Vâlide Sultan’ın gönlünden geçenleri anlayarak:

”Hayret! Bâzıları bizim kerâmetimizi görmek isterler, Halîfe-i rûy-i zemîn’in elimize su döküp, muhterem vâlidelerinin havlu hazırlamasından daha büyük kerâmet mi olur?” buyurdu.

 

“Cami ve Kilise”

 

Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u fethettikten sonra, Avrupa’da fetihlere devam ediyordu. Bir seferinde Sırbistan hududuna gelmiş ve Sırbistan’ın fethi artık an meselesi idi. Sırp Kralı Brankoviç bir yanda Macaristan bir yanda da Türkler olduğu için arada zor durumda kalmıştı. Her iki büyük devletten birine sığınmak, ondan yardım istemek düşüncesiyle, her iki tarafa da elçiler gönderdi.

 

“Sırbistan elinize geçer ve burayı fethederseniz nasıl muamele edeceksiniz?” diye fikirlerini öğrenmek istedi.

 

Sırplılar, Ortodoks mezhebine mensup olduklarından, katolik Macar Kralı Hünyad tarafından şu cevabı aldı:

 

“Eğer Sırbistan bizim elimize geçer ve biz oraları istilâ edersek, bütün Sırplıları Katolik edinceye kadar mücadele ederiz ve bütün kiliseleri yıkar, yerlerine katolik kilisesi inşa ederiz. “

 

Fatih Sultan Mehmet Han’a giden elçi şu cevapla dönmüştü:

 

“Biz Sırbistan’ı alırsak, İslamiyet’in Allah indinde tek din olduğunu ilân ederiz. Ve bu arada hiç kimseyi, kendi dininden dönmeye zorlamayız. İsteyen eski dininin icabı olan kiliseye gider, isteyen Allah indinde tek din olan İslâmiyet’i seçer, dünya ve ahiret selâmetine kavuşur.”